Konusu için 9 yaşında İstanbul'a getirilen Çerkez esirin
büyürken yaşadığı ötekileştirilme ve aşk hikayesi denilebilir. Okurken Dilber
için üzülürken, "Böyle seven bulunur mu, Celal Bey?" diyeceksiniz.
Bir çırpıda biten harika bir eserdi.
Okurken bir filmin içindeymişçesine sahneler gözünüzün
önünden akıp gidecek. Sergüzeşt, Türk Edebiyatının aynı zamanda ilk gerçekçi
eseri olarak kabul edilir. Keyifli okumalar dilerim.
Alıntılar:
Asalet ve ikbal bunlara
engel mi? Bence, herkes içinde adı söylenecek bir kudreti, hüneri, zenginliği
ve asaleti olmayan bir adamı yakışıklıdır diye almak pek adiliktir. Hem de
evlilikte en çok aranılan karakter ve kişilik uygunluğu değil midir? Biri
cemiyetin en yüksek tabakasında, diğeri en aşağı tarafında terbiye görmüş iki
kişi iyi geçinebilir mi? Servetin büyük bir özen ile terbiye ettiği
asilzadelerden bir erkeğe, bir kıza, yoksulluğun kayıtsızlıkla büyüttüğü bir
adam nasıl layık olabilir? Birisinin kıymet ve itibarını sürekli kaybettiğini,
diğerinin onurunun sürekli kırıldığını hissederek yaşamasında ne türlü mutluluk
ve saadet görüyorsun?
Yıldızlar karanlıkta parladığı gibi yoksulluk ve yoksunluk içinde de temizlik ve yücelikle parlayan ruhlar yok mudur? Bir kalp, sevmek için mutlak servete, asalete mi muhtaçtır? Bence en güzel ikbal, ruhun göründüğü iki güzel göz; en büyük servet, kalbin hissini gösteren gül renginde dudaklarından akseden gülümsemedir. Güzellikten büyük asalet, kalp temizliğinden büyük servet mi olur?
Yıldızlar karanlıkta parladığı gibi yoksulluk ve yoksunluk içinde de temizlik ve yücelikle parlayan ruhlar yok mudur? Bir kalp, sevmek için mutlak servete, asalete mi muhtaçtır? Bence en güzel ikbal, ruhun göründüğü iki güzel göz; en büyük servet, kalbin hissini gösteren gül renginde dudaklarından akseden gülümsemedir. Güzellikten büyük asalet, kalp temizliğinden büyük servet mi olur?
Derin hayaller içinde
kaybolup gittiği zaman insanın, kelimelerle tarif edemeyeceği, ruha karşı güneş
gibi açıldığı anda biten bir gülümseme ebedi olmaya layık değil midir? Zavallı
hafıza!...
Fakat hiç ağlamıyordu.
Ağlamak, uğradığımız durumlara karşı vücudumuzda kalan kuvvet kalıntılarının
feryadıdır. Ağlayamadığımız zamanlar biz de o iktidarında mahvolduğu
vakitlerdir ki, onun yerine var olan bu etkili sessizlik, en şiddetli elem
gözyaşından daha yakıcıdır.
0 yorum:
Yorum Gönder